Bulunulan yerde daireler çizerek koşmaya benzedik. Pek çok şeye benzedik ve pek çok şeye benzeyemedik. Bir duygunun ne kadar tüketilebileceğine kanıt olduk ve bereketin tarihini yazdık. Cemal Bey'in söylediği gibi; ancak parmak uçlarıyla değebilen iki kol olduk ve zehirli birer sarmaşığa dönüştük.
Bu zıt kutupluk beni ya toprağa gömer ya da yaşatır.
Sen pek çok şeyi anlamıyorsun zaten.
Hayır, bekle. Vazgeçtim, ikisi de değil.
Bu zıt kutupluk hiçbir işe yaramaz.
Parmak izlerimi kazandım önce; sonra kaybettim. Duşta ağlarken zamanın nasıl geçtiğini anlayamıyor insan tabii, ondan olsa gerek. Kilo verdim önce; sonra da biraz aldım. Vücudumdaki bütün çatlaklarda senin adın kazılı bak, oku. Dün çok uyumuştum; bugün gözüme uyku girmedi inan. Bir öyle iki böyle üç de şöyle olmaların sonu gelene kadar, ben de bazen kendimim, bazen senim, bazen de bir başkasıyım.
Yaşadığım yerde eski bir tren istasyonu olsun isterken buluyorum kendimi. Çarpık raylarla süslenmiş, sağ taraftaki beton kaldırımlarda evsizlerin uyuyakaldığı, tütün ve ucuz kahve kokulu bekleme odalarından ibaret bir istasyon. Bekleme odasında alçak topukları ritmik olarak yere vuran agresif bir kadın da olsun; elinde çıkartmalarla dolu küçük bir bavul, makyajsız yüzünde güneş gözlükleri ve yarısı yenmiş tırnakları var, adı da Fahriye.
Fahriye Hanım'ın beklediği o treni kaçırmak isterdim. Bir treni daha önce hiç bu kadar kaçırmak istememiştim. Keşke kaçsa da bir köşeye oturup soluklanabilmek için zamanım olsa, diyorum kendime. Kendime evet, sana değil. Sen bu tür şeyleri pek anlamıyorsun çünkü.
Hayır, bekle. Vazgeçtim, sil bunu.
Sen benimle ilgili hiçbir şeyi anlamıyorsun.
Yorumlar
Yorum Gönder