Sana giden yollar hep dikenli. Ayaklarımı kanata kanata yürüdüğüm her seferde neden ayakkabı giymediğimi soruyorsun; sorma. Farklı şeyler sor bana: yolculuk nasıl geçtiyi sor, bir bardak su ister miyimi sor. "Sorma ne hâldeyim" dese de Sezen, sen hâlimi hatrımı sormadığından mıdır bilmem, ne hâle geldiğimi yeni yeni fark ediyorum. Sana kendimi fırlattığım yollarda daima alt yapı çalışması var, sana gideceğini düşündüğüm kestirme yolların sonuysa hep uçuruma çıkıyor, dinle.
Elimi attığım yerde seni bulamıyorum. Orada olduğunu bilsem yetecek ama beni sonsuz bir karanlığın ortasına atıp da kaçmışsın gibi davranmaların beni kör ediyor; hem sana hem de bana. İnsan en çok kendisine kör olduğunu anlayınca ağlıyormuş. En azından eskiden aynalara bakarak da olsa kendimle konuşabiliyordum. Artık her şeyin net olduğu o eşsiz güzellikleri göremiyorum, o kabul ettiğim bekleyişten sonra yağmur hiç dinmedi. Edip Cansever'in dediği gibi: Çok karanlık bir cümlede durmuş gibiyiz.
Yaşamak zorunda olduğum odada sağa sola bakındım. Her şey yabancı geliyor gözüme ama hepsi hala benim, anlarsan. Daha fazla parçalanacak bir bütünüm kalmadı bak. Sana ithafen yardım diye bağırdığım ses tellerimle bir şeylerin inceldiği yerdeyim, henüz kopmadı ama ne kadar dayanabilir bilmiyorum.
Biraz dayan, geçer diye diye kendimden geçmişim, sende durdum sanarken sen de bana sırt çevirmişsin.
Alnımdan öptüğün yerden vurup da gitme.
Yorumlar
Yorum Gönder