Ölü şarap

Bir şeylere adanan alışılmışlık hissinin vadesi doldu da taştı. Derin iç çekmelere üşenmeye başladığım an bir şeylerin yitip gittiğini, beni yıkıp da geçtiğini anlamış bulundum. Beni ezip de geçenlerin ayak izlerine faili meçhul dendi; bunun acısını ölene dek taşıyacağım içimde, bir kenarda, köşede.

Kaldırımsız insanlarla dolu suratsız sokaklardan geçtim de durdum. Ne aradığımı bilmeden, nereye dokunmam gerektiğini kestiremeden. Bir şeylere muhtaç olmamın bana dayattığı getiriler ve götürüler arasında sıkışıp kalmak tepkisiz bırakıyor insanı. Ve insanı en çok 2 saniyelik gülümsemeler yaralıyor. Alakası nerede, demeyin. Tam da içimde.

Her satır başında düştüm dizlerimin üstüne. Her kelime sonundaki bir kalem hareketine sebebiyet vereyim derken çırpınmaktan kanatlarım kırıldı. Ellerim çirkin, ellerim yoksun. Ellerimi bir türlü sevemedim gitti.

Her güneş batışında kendimi kornişlerden aşağı sallandırdım.
Öldürmeyen Allah öldürmüyormuşmuş, ne haddine.
Her kuşluk vakti ölünüyor, hem de nasıl.
Bir ölüm ancak bu kadar şarap kokabilir.


Yorumlar